7 Haziran 2012 Perşembe

Yaratılış Gerçekleri

Kuran'da, Allah'ın varlığının, birliğinin ve sıfatlarının kesin delilleri olan olaylar ve varlıklar, "ayet" olarak tanımlanırlar. Allah'ın ayetleri, Kuran'da yazılı olduğu gibi dış dünyada ve insanın kendi nefsinde de vardır. Kuran'da bu gerçek, "Yeryüzünde kesin bir bilgiyle inanacak olanlar için ayetler vardır. Ve kendi nefislerinizde de. Yine de görmüyor musunuz?" (Zariyat Suresi, 20-21) ifadesiyle vurgulanmaktadır.
Vicdanını kullanan bir insan, etrafında gördüğü her şeyde, kendisine Allah'ı tanıtacak sayısız delil ile karşılaşır. Örneğin, çamurlu topraktan çıkan rengarenk, hoş kokulu çiçekler, lezzetli sebze ve meyveler, bu güzelliklerin algılanmasını sağlayan duyu organları, içinde birçok kompleks sistemin uyumlu bir biçimde çalıştığı insan vücudu, Dünyamızı aydınlatan ve ısıtan ve bunun için bize en uygun mesafede ve büyüklükte yaratılmış olan Güneş, kupkuru toprağı canlandıran yağmur ve evrenin tümünü kapsayan bunlar gibi daha sayısız deliller...
Bunların tümü birer "iman hakikati"dir. Yani, kişiyi imana götüren ve imanının artmasına vesile olan gerçekler, yaratılış mucizeleridir. Bu deliller üzerinde derin tefekkür eden insan Allah'ın varlığını ve büyüklüğünü açıkça görerek iman edecektir. İman edenler ise, iman hakikatleri sayesinde Allah'ı daha yakından tanıyacak, O'na duydukları sevgi ve korku daha da artacaktır.
Bu sitenin amacı, insanların gözlerinin önündeki gaflet perdesinin kalkmasına yardımcı olmaktır. Bunun için tüm evreni kaplayan iman hakikatlerinin yoğun biçimde araştırılıp insanlara aktarılmasının önemi ele alınmaktadır. Sitede aynı zamanda bazı İslam alimlerinin, iman hakikatlerinin önemi hakkındaki görüşlerine ve bazı örnek iman hakikatlerine yer verilmektedir. Ayrıca ahir zamanda insanları ateizme ve dinsizliğe sürükleyen ve en büyük aldanış olan evrim teorisinin batıl öğretisi karşısında, iman hakikatlerinin nasıl en etkin çözüm olduğu da ele alınmaktadır.
O, biri diğeriyle 'tam bir uyum' (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir 'çelişki ve uygunsuzluk’ (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir. (Mülk Suresi, 3-4)

İman Hakikatlerinin Önemi

Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) "Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru." (Al-i İmran Suresi, 191)
İman hakikatleri, insanların iman etmelerine vesile olan en önemli sebeplerden birisidir. İman etmeyen kişi derin bir gaflet içindedir. Etrafındaki yaratılış delillerini göremez. İçinde yaşadığı toplumun dinden uzak yapısı nedeniyle zihni günlük hayatın ayrıntıları ile boğulmuş, algıları ve şuuru etrafındaki sayısız yaratılış gerçeğini fark edemeyecek derecede zayıflamıştır. Oysa böyle bir insana, samimi ve vicdanlı olması kaydıyla, iman hakikatleri anlatıldığı takdirde, Allah'ın varlığına ve birliğine, canlı cansız her şeyi Allah'ın yaratmış olduğuna iman etmesi, Allah'ın sonsuz ilmini ve kudretini görmesi umulur. İman hakikatleri, vicdanlı, fakat inkarcı telkinler nedeniyle gerçeklerden habersiz kalmış kimselerin Allah'ın izniyle imana kavuşmaları için çok önemli birer vesiledir.

Dünya bir imtihan yeri olduğu için, herkesi iman etmeye zorlayacak, kişinin vicdanıyla imanı seçmesine fırsat bırakmayacak derecede bir mucize beklemek hata olur. Örneğin, yere attığımız tohum birkaç saniye içinde dev bir ağaca dönüşse muhakkak büyük bir ilgi uyandıracak ve bu olaya şahit olan kimseler tarafından büyük bir mucize olarak nitelendirilecektir. Ancak milyarlarca ağaç, bu değişimi yavaş yavaş geçirdikleri için bu durum ilk bakışta insanlar üzerinde mucizevi bir etki oluşturmaz.
Başka bir örnek üzerinde düşünelim. Ortalama 60-70 yıl içinde yaşlanan insan vücudunun, bir anda gözlerinizin önünde yaşlandığını varsayın. Yeni doğan bir bebek birkaç dakika içinde hızla büyüyerek gelişse, olgunlaşsa ve yaşlansa elbette ki bu şaşırtıcı bir olay olur ve buna şahit olan insanları düşünmeye sevk ederdi.. Ama burada şuna dikkat edelim; aynı olay şu anda da yaşanmaktadır; tek fark aradaki zamandır. Aynı mucizevi olayın fark edilemeyecek derecede yavaş gerçekleşiyor olması; dikkati, şuuru ve tefekkürü zayıf olan insanlar için sıradan bir olay gibi görünür. Oysa bu olay da gerçekte bütünüyle bir mucizedir. Bu mucizeyi fark etmek için ise samimi ve vicdanlı bir bakışla olayın ayrıntılarını incelemek, bu ayrıntılardaki yaratılış hikmetlerini, incelikleri görmek gerekir.
Gaflet içindeki insanların göremedikleri bir gerçek vardır; kendi vücutları dahil çevrelerindeki ve evrendeki her şeyin birer yaratılış mucizesi olduğu... Kuran'da insanlar bu konuda şöyle uyarılmıştır:
Görmüyor musun; gerçekten Allah, gökyüzünden su indirdi de onu yerin içindeki kaynaklara yürütüp-geçirdi. Sonra onunla çeşitli renklerde ekinler çıkarıyor. Sonra kurumaya başlar, böylece onu sararmış görürsün. Sonra da onu kurumuş kırıntılar kılıyor. Şüphesiz bunda, temiz akıl sahipleri için gerçekten öğüt alınacak bir ders (zikr) vardır. (Zümer Suresi, 21)
İşte iman hakikatlerinin detaylı olarak anlatılmasının önemi de bu noktada ortaya çıkar. Gaflet içindeki insanların, her gün etraflarında olup biten fakat farkına varmadıkları pek çok yaratılış delilini, mükemmellikleri tüm ayrıntılarıyla onların gözleri önüne sermek, bu kişilerin gafletlerinin dağılmasında son derece etkili olur. Yıllardır herkesin görmeye alıştığı ve pek çok kimsenin üzerinde düşünmeye zahmet etmediği birçok iman hakikatine insanların dikkati çekilirse bu, imani şuurun yerleşmesine, vicdanların uyanmasına ve küfrün batıl telkinlerinin yok olmasına sebep olur.
İman hakikatleri karşısında vicdanının sesini dinleyen kişinin ilk aklına gelen, bunların tesadüfen veya kendiliğinden meydana gelemeyeceği olacaktır. Tüm bunları yaratan üstün güç sahibi Allah'ın varlığını anlayacak ve O'na iman edecektir.

Göklerin ve yerin yaratılması ile onlarda her canlıdan türetip-yayması O'nun ayetlerindendir. Ve O, dileyeceği zaman onların hepsini toplamaya güç yetirendir. (Şura Suresi, 29)
İman hakikatlerini sadece Allah inancı olmayan kimselerin değil, iman eden insanların öğrenmesi ve üzerinde tefekkür etmesi de son derece önemlidir. Allah Kuran'da müminlere, kainatta yarattığı deliller üzerinde derin derin düşünmelerini emrederek iman hakikatlerinin önemini vurgular.
İman etmiş bir mümin, namaz kılmasının, oruç tutmasının ve diğer ibadetlerini yerine getirmesinin yanı sıra derin bir tefekküre de sahip olmalıdır. Kuran'da dikkat çekilen "göklerdeki ve yerdeki" yaratılış delilleri üzerinde derin tefekkür etmek, müminin imanının artmasına, kesin bir bilgiyle iman etmesine vesile olur. Bir Kuran ayetinde Allah'ın yeryüzündeki delillerinin kesin bilgiyle iman etmeye yönelttiği şöyle bildirilmektedir:
Yeryüzünde kesin bir bilgiyle inanacak olanlar için ayetler vardır. Ve kendi nefislerinizde de. Yine de görmüyor musunuz? (Zariyat Suresi, 20-21)
Ayette açıkça belirtilmiştir ki, insanın kendi nefsindeki ve yeryüzündeki iman hakikatleri kesin bir bilgiyle inanmaya vesile olacaktır. Kesin bilgiye dayalı bir iman da insanın Allah korkusunun artmasını, dolayısıyla Allah'ın emir ve yasaklarını daha bilinçli ve titiz bir şekilde yerine getirmesini sağlayacaktır. Yaratılış delilleri üzerinde derin tefekkür sahibi olan bir kimse, ibadetlerini huşu içerisinde yerine getirirken, artık yaptıklarını Allah'ın gördüğünü ve iyiliklerinin karşılığında Allah'ın onu mükafatlandıracağına kesin kanaat getirmiştir. Aynı şekilde yaptığı en küçük hatayı da Allah'ın biliyor olması onu tevbe etmeye ve hatalarından süratle vazgeçmeye yöneltecektir.
Allah Kuran'da iman edenlere şöyle seslenmektedir:
Ey iman edenler, Allah'tan korkup-sakının ve (sizi) O'na (yaklaştıracak) vesile arayın; O'nun yolunda cehd edin (çaba harcayın), umulur ki kurtuluşa erersiniz. (Maide Suresi, 35)
Ayette bildirildiği gibi insanların, kendilerini Allah'a yaklaştıracak vesile aramaları, kurtuluşa ermeyi ummaları için bir yoldur. İşte iman hakikatleri de müminlere, Allah'ın varlığı ve sıfatları hakkında daha derin bir kavrayış ve anlayış, Allah'a daha fazla bir yakınlaşma sağlayan vesilelerdir. Örneğin Allah'ın yarattığı canlıları incelemek, onlardaki mükemmel yapı ve sistemleri gözlemlemek ve bunlar üzerinde düşünmek, Allah'ın sonsuz ilmine ve gücüne daha yakından şahit olmayı sağlayacaktır.
Örneğin; insan bedenindeki muhteşem yapıları öğrenen kişi Allah'ın varlığının ve sanatının açık delillerini görecek, kendi vücudu dahil herşeyin Allah'ın eseri olduğunu ve her an Allah'ın kontrolü altında bulunduğunu anlayacaktır. Aynı zamanda aczini fark ederek Allah'a daha da yakınlaşacaktır. Allah'a duyduğu bu yakınlık nedeniyle O'nun rızası ve rahmetini kazanmaya daha fazla yönelecektir. Örneğin; belki daha önce boş geçirdiği zamanlarını artık Allah'ın rızasını daha çok kazanmaya ayıracak, ibadetlerini daha şevkli bir şekilde yerine getirecektir.
Sonuç olarak iman hakikatleri yüzeysel ve taklidi bir imandan, tahkiki (kesin bilgiyle, sarsılmaz) ve kuvvetli bir imana geçişte çok önemli bir rol oynar.


Göklerde ve yerde ne varsa O'nundur, itaat-kulluk da sürekli olarak O'nundur. Böyleyken Allah'tan başkasından mı korkup-sakınıyorsunuz? (Nahl Suresi, 52)
İçinde bulunduğumuz çağ, ateistlerin ve din düşmanlarının, insanlara Allah'ın varlığını ve birliğini inkar ettirmek için çok büyük çaba yürüttükleri bir dönemdir. Buna karşın Allah, inkarcıların çarpık ve sapkın felsefelerini yerle bir edecek imkanları ve delilleri de iman edenlere sunmuştur. Bu delillerin başında iman hakikatleri gelmektedir.
Allah'ı inkar edenlerin öne sürdükleri en büyük safsata, canlı cansız herşeyin tesadüfler sonucunda oluştuğu iddiasıdır. İnkarcıların yaymaya çalıştıkları bu batıl telkinin kırılması ve örtbas etmeye çalıştıkları yaratılış mucizelerinin gün ışığına çıkması için, çevremizdeki iman hakikatlerini modern bilimin ışığında incelemek ve bunları da insanlara anlatmak gereklidir. Canlılardaki muhteşem yapıları, evrendeki olağanüstü sistemleri ve milyarlarca hassas dengeyi bu sayede tüm açıklığıyla gören vicdanlı insanlar, bunların tesadüfen oluşamayacağını ve herşeyi üstün güç sahibi olan Allah'ın yaratmış olduğunu anlayacaklardır. Böylece inkarcıların yaymaya çalıştığı "tesadüf" iddiası, ayetteki "...Hak geldi, batıl yok oldu. Hiç şüphesiz batıl yok olucudur." (İsra Suresi, 81) ifadesinin de haber verdiği gibi yok olacaktır.
Öte yandan, iman hakikatlerinin bilgisinden yoksun bir insanın ise, dinsizlik telkinlerine karşı son derece savunmasız hale geleceğine dikkat etmek gerekir. Bunun yaşanmış pek çok örneği vardır. Yakın tarihe bakıldığında, muhafazakar bir aile yapısından gelen, çocukluğunda dini bir terbiye almış pek çok insanın, lise veya üniversite yıllarında, çevresinde gördüğü, arkadaş olduğu bazı kimselerin telkinleriyle hızla inancını kaybedebildiği görülür. Bunun sebebi, ateistlerin kendi batıl inanışlarına "akıl ve bilim" süsü vermeleridir. Kendilerini doğa ve evren hakkında herşeyi bilen, yaşamın kurallarını kavramış, gerçeklerini çözmüş kimseler olarak lanse ederler. Bu yolla, muhafazakar bir kökenden gelen, ancak iman hakikatlerinden habersiz olan ve bu yüzden "tahkiki" yani kesin bilgiye dayalı bir imana sahip olmayan insanları etkileyip aldatabilirler.
Oysa iman hakikatlerini bilen bir insan, ateistlerin yalanlarını, sahtekarlıklarını kolaylıkla teşhis eder ve çürütür. Hem kendine hem de çevresindeki diğer insanlara fayda sağlar. İman hakikatlerinden habersiz olmak, bir insanı ateistlerin yalanlarına karşı savunmasız hale getirirken, iman hakikatlerini bilmek, kavramak ve anlatmak dindar insanı her türlü inkarcı felsefeye karşı fikren üstün kılar.




Ey insanlar, siz Allah'a muhtaçlarsınız; Allah ise, Ğaniy (hiç bir şeye ihtiyacı olmayan)dır, Hamid (övülmeye layık)tır. (Fatır Suresi, 15)
İman hakikatleri üzerinde derin düşünmek ve Allah'ın bunlarda yansıyan sıfatlarını görmek Allah'ı çok daha iyi ve yakından tanımayı sağlayacaktır. Allah'ı daha iyi tanımaya, her an her yerde O'nun tecellilerini görmeye başlayan insan da kazandığı bu meziyet sayesinde Allah'ın kudretini hakkıyla takdir eder duruma gelecektir.
İman hakikatleri üzerinde edinilen derin bir bilgi ve tefekkür sonucunda kişi şu gerçeği çok daha iyi kavrar: Dünya üzerinde yaşayan milyarlarca insan ve yaşadıkları her an Allah'ın bilgisi ve kontrolündedir. Bir vücuttaki trilyonlarca hücre, dünyadaki milyarlarca insanın bedenleri ve evrendeki bütün canlılar, Allah'ın dilemesiyle var olabilmekte ve varlıklarını sürdürebilmektedir.

Her hareketleri Allah'ın dilemesiyle gerçekleşmektedir ve Allah'ın kontrolü altındadır. Böyle bir sistemin sürebilmesi için sonsuz bir güç, sonsuz bir bilgi, sonsuz bir akıl ve zeka gerektiği açıktır. İşte yalnızca bu gerçek üzerinde tefekkür etmek dahi Allah'ın sonsuz sıfatlarına daha yakından şahit olmayı ve Allah'ın sonsuz gücünü gereği gibi takdir edebilmeyi sağlar.
Kuran'da Allah küçücük bir sineği dahi bir iman hakikati olarak örnek verdikten sonra, bu gerçeklerden gafil olanların, Allah'ın kudretini hakkıyla takdir edemediklerinden bahseder:
Ey insanlar, (size) bir örnek verildi; şimdi onu dinleyin. Sizin, Allah'ın dışında tapmakta olduklarınız -hepsi bunun için biraraya gelseler dahi- gerçekten bir sinek bile yaratamazlar. Eğer sinek onlardan bir şey kapacak olsa, bunu da ondan geri alamazlar. İsteyen de güçsüz, istenen de. Onlar, Allah'ın kadrini hakkıyla takdir edemediler. Şüphesiz Allah, güç sahibidir, azizdir. (Hac Suresi, 73-74)
Diğer Kuran ayetlerinde de iman hakikatleri üzerinde düşünmeyen kimselerin durumundan bahsedilirken bu kişilerin Allah'tan korkmadıkları belirtilmektedir:
De ki: "Göklerden ve yerden sizlere rızık veren kimdir? Kulaklara ve gözlere malik olan kimdir? Diriyi ölüden çıkaran ve ölüyü diriden çıkaran kimdir? Ve işleri evirip-çeviren kimdir? Onlar: "Allah" diyeceklerdir. Öyleyse de ki: "Peki siz yine de korkup-sakınmayacak mısınız? İşte bu, sizin gerçek Rabbiniz olan Allah'tır. Öyleyse haktan sonra sapıklıktan başka ne var? Peki, nasıl hâlâ çevriliyorsunuz? (Yunus Suresi, 31-32)
Ayetlerden anlaşıldığı gibi, iman hakikatlerini araştırmak ve öğrenmek, bunlar üzerinde hakkıyla düşünmek, Allah'ın canlı cansız tüm varlıklar üzerinde her an süregiden mutlak kontrol ve hakimiyetini kesin bir bilgiyle anlamaya vesile olmalıdır. Ve bu anlayış da, Allah'a karşı tam bir teslimiyeti beraberinde getirecektir. Vücudundaki karmaşık sistemleri ve bunlardaki hassas dengeleri bilen ve üzerinde düşünen bir mümin, kusursuz biçimde çalışan bu sistemleri oluşturan aklın, vücudun kendisine ait olmadığını anlar. Bilir ki vücut dediği şey, bilinci, duyu organları, düşünme yeteneği olmayan atomların meydana getirdiği bir hücreler topluluğudur. Bu tefekkürün sonucunda kişi vücudundaki her bir hücreye, hatta her bir atoma kadar herşeyin Allah'ın emriyle ve isteğiyle hareket ettiğine kesin kanaat getirir. Hiçbir olayın hiçbir aşamasında şansa ya da tesadüfe yer olmadığını anlar.






... Kulları içinde ise Allah'tan ancak alim olanlar 'içleri titreyerek-korkar'. Şüphesiz Allah, üstün ve güçlü olandır, bağışlayandır. (Fatır Suresi, 28)
İman hakikatleri üzerinde araştırma yapıp bilgi edinmek, bunlar üzerinde düşünmek zamanla yoğun bir bilgi birikimi sağlar. Bu bilgi birikimine sahip olan insanlar, daha önce de bahsettiğimiz gibi, Kuran'ın tarifiyle "ilimde derinleşen" veya "ilim sahibi" olan kişilerdir. İlim sahipleri derin tefekkür ettikleri iman hakikatleriyle Allah'ın her yeri sarıp-kuşattığına, O'dan başka ilah olmadığına kesin olarak şahitlik ederler:
Allah, gerçekten kendisinden başka ilah olmadığına şahitlik etti; melekler ve ilim sahipleri de O'ndan başka ilah olmadığına adaletle şahitlik ettiler. Aziz ve Hakim olan O'ndan başka ilah yoktur. (Al-i İmran Suresi, 18)
İlim sahibi olan insanlar Allah'ın kendi üzerlerindeki ve etraflarındaki tecellilerini her an gözlemlerler. Örneğin; küçük bir karıncanın, karınca kolonisinde kendisine verilen görevi şaşılacak bir itaat ve maharetle yerine getirdiğini, yuvasına yiyecek taşımak için mükemmel ve planlı bir çalışma sistemine sahip olduğunu bilen ilim sahibi bir kişi rastladığı her karıncada Allah'ın üstün aklının ve kudretinin tecellisini görür.
İman hakikatleri üzerinde derin derin düşünerek Allah'ı daha yakından tanıyan ilim sahipleri, Allah'ın güç ve kudretinin büyüklüğünü daha iyi kavrarlar. İman sahibi her insan Allah'ın güç ve kudretinin farkındadır. Ancak, iman hakikatleri konusunda fazla bilgisi olmayan insanlar, örneğin uçan bir kuş gördüklerinde yalnızca, "Allah ne güzel yaratmış" demenin yeterli olacağını düşünürler. Oysa ilim sahipleri kuşların kanatlarının uçmaya uygun yaratıldığını, daha az enerji harcamak için "V" şeklinde uçtuklarını, tüylerindeki kompleks dizaynı bilirler. Kısacası bir kuşun, uçmasından üremesine, tüylerinin şeklinden rengine kadar herşeyi Allah'ın üstün bir düzen ve tasarım içinde yarattığının bilincindedirler. Veya böyle insanlar yeni dünyaya gelmiş bir bebeğe bakıp "ne güzel bir bebek, Allah uzun ömür versin" demekle yetinirler. Elbette bir insanın bir bebeğe bakınca Allah'ı hatırlaması da güzel bir tavırdır. Ancak daha güzel ve daha derin olan, bu bebeğin gelişim aşamaları üzerinde düşünüp, bunların tümünü yaratanın Allah olduğunu, Allah'ı tesbih etmeyi, Allah'a şükretmeyi hatırlamaktır. Nitekim ilim sahipleri o bebeğin dünyaya gelene kadar geçirdiği aşamalardaki mucizevi yönleri düşünürler. Tek bir sperm hücresinin kendisinden çok uzakta bulunan yumurta hücresine ulaşmasındaki olağanüstülüğü görür, iki ayrı bedendeki bu iki ayrı hücrenin birbiriyle tam bir uyum içinde birleşerek, zaman içinde gören, duyan, düşenebilen bir insana dönüşümündeki mükemmelliği hatırlarlar. Bu mükemmel yaratma sanatının örnekleri üzerinde düşündüklerinde, Allah'ın üstün gücü ve ilmi karşısında imanları artar. Allah'ın her tecellisinde Allah'ın sıfatlarını güçlü bir şekilde hisseden ilim sahiplerinin Allah'tan duydukları korku da aynı oranda artar ve güçlenir. Nitekim, ilim sahiplerinin bu özelliği -daha önce de belirttiğimiz gibi- Kuran'da şöyle haber verilmiştir:
...Kulları içinde ise Allah'tan ancak alim olanlar 'içleri titreyerek-korkar'. Şüphesiz Allah, üstün ve güçlü olandır, bağışlayandır. (Fatır Suresi, 28)
İlim sahipleri Kuran'da böyle üstün vasıflarla övülmüşlerdir. Bütün müminler de Kuran'da övülen bu ilim sahiplerinin mertebesine yükselmeye çalışmalıdırlar. Bunun için de, yaşadıkları olayları, karşılaştıkları varlıkları birer iman hakikati olarak görüp değerlendirmeleri ve bunlar üzerinde tefekkür etmeleri gerekmektedir.






Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün ard arda gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah'ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip-yaymasında, rüzgarları estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır. (Bakara Suresi, 164)
İman hakikatlerini öğrenmek, bunların üzerinde düşünmek, hikmet ve inceliklerini kavramak, insanın düşünce ufkunu açması bakımından da çok önemlidir.
Günümüzde insanlar kalabalık şehirlerin boğucu atmosferinde, tekdüze ve kalıplaşmış bir hayat içinde yaşamakta, Allah'ın her an her yerde yarattığı iman hakikatlerini görememekte, görseler de üzerinden geçip gitmektedirler. Oysa iman eden bir insan için herşey iman hakikatidir. Yeryüzündeki canlı cansız bütün varlıkları, evrendeki düzeni Allah'ın yarattığını bilen insan herşeyi buna göre değerlendirir. Örneğin iman etmeyen insanlar da bir mümin için birer iman hakikatidir. Çünkü Allah Kuran'da böyle insanların var olacağını bildirmiştir. Ayrıca Allah'ın varlığı apaçık iken bu insanların iman etmiyor olması, müminin Allah korkusunun artmasına ve imanı için Allah'a şükretmesine vesile olur. İman hakikati olarak yalnızca ağaçları, çiçekleri ya da hayvanların şaşırtıcı özelliklerini düşünmez. Onun için Allah'ın yarattığı kolaylıklar örneğin taşıma araçları, cep telefonu ya da bilgisayarı da birer iman hakikatidir. Bunların da Allah'ın izniyle var olduğunu bilir ve işlerini kolaylaştırdığı için Allah'a şükreder.
Etrafımızda kolayca rastlayabileceğimiz gergin, öfkeli, bezgin, düşüncesiz, kaba ve saygısız davranışlar, herşeyi Allah'ın yarattığından habersiz olan cahil insanlara aittir. Oysa herşeyi iman hakikati olarak değerlendiren, bunlar üzerinde düşünen bir insan, manevi açıdan gelişir ve derinleşir.
Allah, bu manevi derinlik ve kavrayıştan uzak olan, sadece dar kalıplar ve basit mantıklar içinde düşünen insanlara Kuran'da "Bedevi"leri örnek göstermiştir. Bedeviler, Peygamberimiz dönemindeki şehirli Araplara karşılık, göçebe hayat süren kabilelerdir. Şehirli Araplar edebiyat ve estetik kültürlerine sahipken, Bedeviler cahil, sert ve kaba tabiatlı bir toplumdur. Böyle bir tabiat dinin kavranması ve yaşanması için büyük bir engeldir. Onun için Allah Kuran'da Bedeviler için şöyle buyurmuştur:
Bedeviler inkâr ve nifak bakımından daha şiddetlidir. Allah'ın elçisine indirdiği sınırları bilmemeye de onlar daha 'yatkın ve elverişlidir.' Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe Suresi, 97)
"Bedevi karakteri", cehaleti, düşüncesizliği, kabalığı temsil etmektedir. Bu karakteri tedavi etmek için insanların, kültürlü, derin düşünen, Allah'ın yaratmasındaki üstün sanatı ve hikmetleri kavrayabilen bir hale gelmek için çalışmaları gerekir. İman hakikatlerini araştırmak, öğrenmek, düşünmek ve yorumlamak ise Allah'ın bizden istediği bu kültürün temelidir. Bir ayette, Müslümanın bu özelliği şöyle tarif edilir:
Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) "Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru." (Al-i İmran Suresi, 191)




Yeri de (nasıl) döşeyip-yaydık? Onda sarsılmaz dağlar bıraktık ve onda 'göz alıcı ve iç açıcı' her çiftten (nice bitkiler) bitirdik. (Kaf Suresi, 7)
Size verilen herhangi bir şey, dünya hayatının metaıdır. Allah katında olan ise, daha hayırlı ve daha süreklidir. (Bu da) iman edip Rablerine tevekkül edenler içindir; (Şura Suresi, 36)
İman hakikatlerinin öğrenilmesi ve tefekkür edilmesi sonucunda kazanılan tüm vasıflar müminin Allah korkusunun artmasını, Allah'ın emir ve yasaklarını çok daha şevkli ve bilinçli bir şekilde yerine getirmesini sağlar. Dolayısıyla, Allah'ın rahmetine kavuşmasına vesile olurlar. Allah'ın rahmeti bu dünyada hayır, bereket, güzellik, aklın artması, ilim ve hikmet verilmesi, huzur, neşe ve mutluluk verilmesi, nimet verilmesi gibi ihsanlardır. Ahirette ise ebedi Cehennem azabından kurtuluş, sonsuz Cennet nimetlerine ve Allah'ın sürekli rızasına kavuşmadır.
İmanın derecesine göre Cennette kavuşulan dereceler de farklı farklıdır. Bu nedenle iman hakikatlerinde derinleşerek, Allah'ın sonsuz sıfatlarına daha yakından şahit olan ve bunun sonucunda kesin bilgiye dayalı (tahkiki), katıksız ve üstün bir imana sahip olan müminlerin Cennetteki makamları da Allah'ın izniyle aynı oranda üstün olur. (En doğrusunu Allah bilir.)
İman hakikatlerini inceleyen, öğrenen müminler, sahip oldukları derin tefekkürleri ve içleri titreyerek Allah'tan duydukları korku nedeniyle, Allah'ın izni ve dilemesiyle, cennetlerde yüksek derecelerle ödüllendirileceklerdir:
Mü'minler ancak o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir. O'nun ayetleri okunduğunda imanlarını arttırır ve yalnızca Rablerine tevekkül ederler. Onlar, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler. İşte gerçek mü'minler bunlardır. Rableri katında onlar için dereceler, bağışlanma ve üstün bir rızık vardır. (Enfal Suresi, 2-4)




Allah'ın Sanatından Örnekler

Atomun Yapısında Saklı Güç
Hava, su, dağlar, hayvanlar, bitkiler, vücudunuz, oturduğunuz koltuk, kısacası en küçüğünden en büyüğüne kadar gördüğünüz, dokunduğunuz, hissettiğiniz her şey atomlardan meydana gelmiştir. Atomlar öyle küçük parçacıklardır ki, en güçlü mikroskoplarla dahi bir tanesini görmek mümkün değildir. Bir atomun çapı milimetrenin milyonda biri kadardır.
Bu küçüklüğü bir insanın gözünde canlandırması pek mümkün değildir. O yüzden bunu bir örnekle açıklamaya çalışalım: Elinizde bir anahtar olduğunu düşünün. Kuşkusuz bu anahtarın içindeki atomları görebilmeniz mümkün değildir. Görebilmek için elinizdeki anahtarı dünyanın boyutlarına getirdiğinizi farz edelim. Elinizdeki anahtar dünya boyutunda büyürse, işte ancak o zaman anahtarın içindeki her bir atom bir kiraz büyüklüğüne ulaşır ve siz de onları görebilirsiniz. Peki bu kadar küçük bir yapının içinde ne vardır? Bu derece küçük olmasına rağmen atomun içinde evrende gördüğümüz sistemle kıyaslanabilecek kadar kusursuz, eşsiz ve kompleks bir sistem bulunmaktadır. Her atom, bir çekirdek ve çekirdeğin çok uzağındaki yörüngelerde dönüp-dolaşan elektronlardan oluşmuştur. Çekirdeğin içinde ise proton ve nötron ismi verilen başka parçacıklar vardır.
Çekirdek, atomun tam merkezinde bulunmaktadır ve atomun niteliğine göre belirli sayılarda proton ve nötrondan oluşmuştur. Çekirdeğin yarıçapı, atomun yarıçapının onbinde biri kadardır. Biraz önce bahsettiğimiz gibi, elinizdeki anahtarı dünya boyutlarına getirdiğinizde ortaya çıkan kiraz büyüklüğündeki atomların içinde çekirdeği arayalım. Ama bu arayış boşunadır, çünkü böyle bir ölçekte bile çok daha küçük olan çekirdeği gözlemleme olanağımız kesinlikle yoktur. Çekirdeği görebilmemiz için atomumuzu temsil eden kiraz yeniden büyüyüp iki yüz metre yüksekliğinde kocaman bir top olmalıdır. Bu akıl almaz boyuta karşın atomumuzun çekirdeği yine de çok küçük bir toz tanesinden daha iri bir duruma gelmeyecektir.
Ancak burada son derece şaşırtıcı bir durum vardır: Hacmi atomun 10 milyarda biri olmasına rağmen, çekirdeğin kütlesi atomun kütlesinin %99.95'ini oluşturmaktadır. Peki bir şey nasıl olur da bir yandan kütlenin yaklaşık tamamını oluştururken, diğer yandan da hemen hemen hiç yer kaplamaz?
Bunun sebebi, atomun kütlesini oluşturan yoğunluğun, atomun çekirdeğinde birikmiş olmasıdır. Bunu sağlayan ise "güçlü nükleer kuvvet" ismi verilen kuvvettir. Bu kuvvet sayesinde atomun çekirdeği dağılmadan bir arada durabilir.
Buraya kadar anlattıklarımız tek bir atomun içindeki kusursuz sistemin sadece birkaç küçük detayıydı. Aslında atom üzerine ciltlerce kitap yazılabilecek kadar kapsamlı bir yapıya sahiptir. Ancak burada gördüğümüz bu birkaç küçük detay bile onun muhteşem yapısıyla birlikte Allah tarafından yaratıldığını görebilmek için yeterlidir.
Lezzet Ve Güzelliğin Bilinmeyen Kaynağı: Moleküller
Birçok madde aynı atomları içermesine rağmen farklı görünür ve farklı özellikler taşır. Sizce çevrenizde gördüğünüz cisimleri birbirinden farklı kılan şey nedir? Renklerini, biçimlerini, kokularını, tatlarını birbirinden farklılaştıran, yumuşak ya da sert olmalarını sağlayan nedir? İşte bütün bunların nedeni atomların molekülleri oluşturmak için aralarında kurdukları farklı kimyasal bağlardır.
Maddeye giden ilk basamak olan atomlardan sonra ikinci basamak moleküllerdir. Moleküller, maddenin kimyasal özelliklerini belirten en küçük birimlerdir. Bu küçük yapılar iki veya daha çok atomdan, bazıları da binlerce atom grubundan oluşur. Moleküllerin değişik biçimlerde bir araya gelmeleriyle de çevremizde gördüğümüz çeşitlilik ortaya çıkar. Bunu tat ve koku duyularımızdan örnek vererek görelim.

Vanilya kokusu, lale kokusu gibi uçucu moleküller, burnun epitelyum adı verilen bölgesindeki titrek tüylerde bulunan alıcılara gelir ve bu alıcılarla etkileşime girer. İşte bu etkileşim beynimizde koku olarak algılanır. Aynı şekilde insan dilinin ön tarafında da dört farklı tip kimyasal alıcı vardır. Bunlar da tuzlu, şekerli, ekşi ve acı tatlarına karşılık gelir. İşte tüm duyu organlarımızın alıcılarına gelen bu moleküller beynimiz tarafından kimyasal sinyaller olarak algılanır.

"Tat" ve "koku" dediğimiz kavramlar, aslında birbirinden farklı moleküllerin duyu organlarımızda yarattığı algılardan başka bir şey değildir. Yiyeceklerin, içeceklerin, çeşitli meyve ve çiçek kokularının hepsi yandaki küçük resimde bir örneğini gördüğümüz uçucu moleküllerden ibarettir. Atomlar bir yandan canlı ve cansız maddeyi oluştururken, diğer taraftan da maddeye lezzet ve güzellik katmaktadırlar. Peki ama bu nasıl gerçekleşmektedir?
Günümüzde tat ve kokunun nasıl algılandığı, nasıl oluştuğu konusu anlaşılabilmiştir, ama bilim adamları neden bazı maddelerin çok, bazı maddelerin az koktuğu, neden bazılarının tatlarının hoş ve bazılarının da kötü olduğu konusunda bir görüş birliğine varamamışlardır.
Tat ve kokunun var olması insanlar için temel bir ihtiyaç değildir. Ancak kahverengi ve kendine has bir kokusu olan topraktan yüzlerce çeşitte, hoş kokulu ve lezzetli meyve, sebze ve binlerce renk, biçim ve kokuda çiçek çıkmaktadır. Ve tüm bunlar muhteşem bir sanatın ürünü olarak dünyamıza apayrı bir güzellik katmaktadırlar.
Bu açıdan renk ve koku da diğer tüm nimetler gibi, sonsuz lütuf ve ikram sahibi Allah'ın insana karşılıksız sunduğu güzelliklerdendir. Yalnızca bu iki algının var olmaması dahi insanın hayatını büyük ölçüde tatsızlaştırmaya yeterdi. Kendisine verilen tüm bu nimetlere karşılık, insana düşen kuşkusuz kendisini her yönden kuşatmış böyle sonsuz bir ikram karşısında Rabbinin dilediği gibi bir kul olmaya çalışmaktır.
 
Protonlar Ve Elektronlar Arasındaki Denge
Atomun içindeki kusursuz düzenin biraz daha detayına inmekte yarar görüyoruz. Bilindiği gibi elektronlar, sahip oldukları elektrik yükü nedeniyle çekirdeğin etrafında sürekli olarak dönerler. Bütün elektronlar eksi (-) elektrik yükü ile yüklüdürler, bütün protonlar ise artı (+) yüküyle. Ve atomun çekirdeğindeki artı yük, elektronları kendine doğru çeker. Bu nedenle elektronlar, hızlarının kendilerine verdiği merkez-kaç gücüne rağmen, çekirdeğin etrafından ayrılmazlar.
Atomun merkezinde ne kadar proton varsa, dışında da o kadar elektron olur. Bu sayede atomların elektriksel yükü dengelenir. Ancak protonun hacmi de, kütlesi de, elektrondan çok daha fazladır. Eğer bir karşılaştırma yapmak gerekirse, aralarındaki fark, bir insanla bir fındık arasındaki fark gibidir. Ama yine de elektrik yükleri birbirinin aynıdır.
Peki acaba proton ve elektronun elektriksel yükleri eşit olmasaydı ne olurdu?
Bu durumda evrendeki tüm atomlar, protondaki fazla artı elektrik nedeniyle, artı elektrik yüküne sahip olacaklardı. Bunun sonucunda da evrendeki her atom birbirini itecekti.
Acaba bu durum şu an gerçekleşse ne olur? Evrendeki atomların her biri birbirini itse neler yaşanır?
Yaşanacak olan şeyler çok olağandışıdır. Atomlardaki bu değişiklik oluştuğu anda, şu anda bu kitabı tutan elleriniz ve kollarınız bir anda paramparça olurlar. Sadece elleriniz ve kollarınız değil, gövdeniz, bacaklarınız, başınız, gözleriniz, dişleriniz, kısaca vücudunuzun her parçası bir anda havaya uçar. İçinde oturduğunuz oda, pencereden gözüken dış dünya da bir anda havaya uçar. Yeryüzündeki tüm denizler, dağlar, Güneş Sistemi'ndeki tüm gezegenler ve evrendeki bütün gök cisimleri aynı anda sonsuz parçaya ayrılıp yok olurlar. Ve bir daha da evrende hiçbir gözle görülür cisim var olmaz.
Üstelik canlılar için böyle bir olayın yaşanması elektron ve protonların elektrik yükleri arasındaki dengenin 100 milyarda bir oranında değişmesiyle gerçekleşebilir. Evrenin yok olması ise bu dengedeki milyar kere milyarda bir oynama ile meydana gelir. Yani evrenin ve canlıların varlığı, çok hassas dengelerle mümkündür. Bu dengenin ortaya koyduğu gerçek ise, evrenin, rastgele ortaya çıkmamış, belirli bir amaca yönelik olarak düzenlenmiş olduğudur. Tüm evreni yoktan var edip, sonra da onu dilediği biçimde tasarlayıp düzenleyen yegane kudret ise, elbette ki Kuran'daki ifadeyle "tüm alemlerin Rabbi" olan Allah'tır. Kuran'da belirtildiği gibi,Allah, göğü bina etmiş, sonra ona belli bir düzen vermiştir. (Naziat Suresi, 27-28)

Evren

Yokluktan Varlığa: Big Bang
Çevrenizde gördüğünüz her şeyin, kendi bedeniniz, içinde yaşadığınız ev, anneniz, babanız, ağaçlar, kuşlar, toprak, meyveler, bitkiler, kısacası bütün canlıların ve aklınıza gelebilecek bütün maddelerin "Büyük Patlama" ile var olan atomların bir araya gelmesiyle hayat bulduklarını biliyor muydunuz? Bu patlamanın ardından evrendeki kusursuz düzenin oluştuğundan haberdar mıydınız? Peki nedir bu "Büyük Patlama"?
Son yüzyılda gelişmiş teknoloji ile gerçekleştirilen araştırma, gözlem ve hesaplamalar, evrenin bir başlangıcı olduğunu kesin olarak ortaya koymuştur. Bilim adamları yaptıkları incelemeler sonucunda evrenin sürekli olarak "genişlediğini" tespit etmişlerdir. Ve evren genişlediğine göre, zaman içinde geriye doğru gidildiğinde evrenin tek bir noktadan genişlemeye başladığı sonucuna ulaşmışlardır. İşte bugün bilimin ulaştığı gerçek, evrenin bu tek noktanın patlamasıyla yoktan var olduğudur. Bu patlamaya "Big Bang" yani "Büyük Patlama" adı verilmiştir.
Bugün bilim çevreleri tarafından evrenin var oluş şekli olarak kabul gören Büyük Patlama'nın ardından, son derece kusursuz bir düzenin oluşması ise aslında hiç de sıradan karşılanabilecek bir durum değildir. Düşünün ki, yeryüzünde binlerce çeşit patlama oluşmakta ama hiçbirinde ortaya bir düzen çıkmamaktadır. Hepsi olanı bozmaya, parçalamaya, yok etmeye yönelik olarak gerçekleşir. Örneğin; atom ve hidrojen bombalarının patlaması, giruzu patlamaları, volkanik patlamalar, doğalgaz patlaması, güneşte meydana gelen patlamalar; kısacası ne tür patlama incelenirse incelensin, etkilerinin hep yıkıcı oldukları görülecektir. Hiçbir zaman bir patlamanın neticesinde görünüm olarak yapıcı ve olumlu bir sonuç çıkmaz. Ama günümüz teknolojisi ile ortaya konmuş olan bilimsel sonuçlara göre Büyük Patlama yokluktan varlığa, hem de çok düzenli ve ahenkli bir varlığa geçişe sebep olmuştur.
Şimdi de şöyle bir örnek üzerinde düşünelim; yerin altında bir dinamit patlıyor ve bu patlamanın ardından da odalarıyla, pencereleriyle, kapılarıyla, mobilyalarıyla dünyanın en görkemli sarayı meydana geliyor. Buna "tesadüf sonucu oluştu" demek mantıklı bir yaklaşım olur mu? Böyle bir şey kendiliğinden oluşabilir mi? Elbette ki hayır!
Büyük Patlama'nın ardından oluşan kainat ise elbette dünya üzerindeki bir sarayla karşılaştırma dahi yapılamayacak kadar ihtişamlı, ince ince planlanmış, görkemli bir sistemdir. Bu durumda evrenin kendi kendine oluştuğunu iddia etmek son derece anlamsız olacaktır. Evren yokken birdenbire ortaya çıkmıştır. Bu da bize maddeyi yoktan var eden, onun her anını kontrolü altında bulunduran sonsuz bilgi ve güç sahibi bir Yaratıcı'nın varlığını gösterir. O Yaratıcı üstün güç sahibi olan Allah'tır.
Uzaydaki Büyüklük Kavramı
Evrende sayısız sistem işlemektedir. Allah, biz farkında dahi değilken, örneğin, kitap okurken, yürürken, uyurken tüm bu sistemleri kontrolü altında tutar. Allah insanların Kendi sınırsız gücünü kavrayabilmeleri için evrendeki düzeni sayısız detayla birlikte yaratmıştır. Allah Kuran'da insanlara hitap etmekte, evrendeki düzenin yaratılış sebebini "sizin gerçekten Allah'ın her şeye güç yetirdiğini ve gerçekten Allah'ın ilmiyle her şeyi kuşattığını bilmeniz ve öğrenmeniz için" (Talak suresi, 12) ifade etmektedir. Bu düzen öylesine detaylar içerir ki, insan nereden düşünmeye başlayacağını şaşırır.
Örneğin, uzayın uçsuz bucaksız olduğundan herkes haberdardır. Ancak bunun gerçek anlamda nasıl bir büyüklük olduğu üzerinde düşünmeye başladığımızda tahmin edebileceğimizden çok daha farklı kavramlarla karşılaşırız. Güneş'in çapı, Dünya'nın çapının 103 katı kadardır. Bunu bir benzetmeyle açıklayalım; eğer Dünya'yı bir misket büyüklüğüne getirirsek, Güneş de bildiğimiz futbol toplarının iki katı kadar büyüklükte yuvarlak bir küre haline gelir. Burada ilginç olan, aradaki mesafedir. Gerçeklere uygun bir model kurmamız için, misket büyüklüğündeki Dünya ile top büyüklüğündeki Güneş'in arasını yaklaşık 280 metre yapmamız gerekir. Güneş Sistemi'nin en dışında bulunan gezegenleri ise kilometrelerce öteye taşımamız gerekecektir.
Bu benzetmeyle Güneş Sistemi'nin dev bir boyuta sahip olduğunu düşünmüş olabilirsiniz. Ancak aslında Güneş Sistemi içinde bulunduğu Samanyolu galaksisine oranla oldukça mütevazı bir büyüklüğe sahiptir. Çünkü Samanyolu galaksisinin içinde, Güneş gibi ve çoğu ondan daha büyük olmak üzere yaklaşık 250 milyar tane yıldız vardır.
Spiral şeklindeki bu galaksinin kollarının birisinde, bizim Güneşimiz yer almaktadır. Ancak şaşırtıcı olan, Samanyolu galaksisinin de uzayın geneli düşünüldüğünde çok "küçük" bir yer oluşudur. Çünkü uzayda başka galaksiler de vardır, hem de tahminlere göre, yaklaşık 300 milyar kadar.
Evrendeki gök cisimlerinin boyutları ve dağılımlarındaki ihtişamdan verdiğimiz bu birkaç örnek bile Allah'ın yaratma sanatının benzersizliğini, O'nun yaratmada hiçbir ortağının olmadığını, Allah'ın üstün bir güç sahibi olduğunu göstermek için yeterlidir. Allah insanları bu gerçekler üzerinde düşünmeye şöyle çağırmaktadır:
Yaratmak bakımından siz mi daha güçsünüz, yoksa gök mü? (Allah) Onu bina etti. Boyunu yükseltti, ona belli bir düzen verdi. (Naziat Suresi, 27-28)

Güneş Sistemindeki Kusursuz Düzen
Bulunduğunuz mekandan dışarıya çıktığınızda güneş ışınlarının yüzünüze sizi hiç rahatsız etmeden çarpmasını Güneş Sistemi'ndeki kusursuz düzene borçlusunuz. Bize sadece güzel bir sıcaklıkla aydınlık ileten Güneş, aslında kıpkırmızı gaz bulutlarından oluşan derin bir kuyu gibidir. Kaynayan yüzeyinden milyonlarca kilometre öteye fışkıran dev alev girdaplarından ve dipten yüzeye doğru yükselen dev hortumlardan oluşur. Bunlar canlılar için öldürücüdür. Ancak Güneş'in bütün zararlı, öldürücü ışınları bize ulaşmadan önce atmosfer ve dünyanın manyetik alanı tarafından süzülür. İşte Dünya'nın yaşanabilir bir gezegen olmasını sağlayan, Güneş Sistemi'ndeki kusursuz düzendir.


Güneş Sistemi'ndeki olağanüstü hassas dengeyi keşfeden Kepler, Galileo gibi astronomlar, bu sistemin çok açık bir tasarımı gösterdiğini ve Allah'ın tüm evrene olan hakimiyetinin ispatı olduğunu pek çok kereler belirtmişlerdir. Allah her şeyi sonsuz ilmiyle yaratır ve düzenler. Allah üstün güç sahibi olandır.

Güneş Sistemi'nin yapısını incelediğimizde son derece hassas bir denge ile karşılaşırız. Güneş Sistemi'ndeki gezegenleri, sistemden çıkarak dondurucu soğukluktaki "dış uzay"a savrulmaktan koruyan etki, Güneş'in "çekim gücü" ile gezegenin "merkez-kaç kuvveti" arasındaki dengedir. Güneş sahip olduğu büyük çekim gücü nedeniyle tüm gezegenleri çeker, onlar da dönmelerinin verdiği merkez-kaç kuvveti sayesinde bu çekimden kurtulur. Ama eğer gezegenlerin dönüş hızları biraz daha yavaş olsaydı, o zaman bu gezegenler hızla Güneş'e doğru çekilir ve sonunda Güneş tarafından büyük bir patlamayla yutulurlardı. Bunun tersi de mümkündür. Eğer gezegenler daha hızlı dönseler, bu sefer de Güneş'in gücü onları tutmaya yetmeyecek ve gezegenler dış uzaya savrulacaklardı. Oysa çok hassas olan bu denge kusursuz bir şekilde kurulmuştur ve sistem bu dengeyi koruduğu için devam etmektedir.
Bu arada söz konusu dengenin her gezegen için ayrı ayrı kurulmuş olduğuna da dikkat etmek gerekir. Çünkü gezegenlerin Güneş'e olan uzaklıkları çok farklıdır. Dahası, kütleleri çok farklıdır. Bu nedenle, hepsi için ayrı dönüş hızlarının belirlenmesi lazımdır ki, Güneş'e yapışmaktan ya da Güneş'ten uzaklaşıp uzaya savrulmaktan kurtulsunlar.
Bunlar Güneş Sistemi'ndeki ihtişamlı dengenin birkaç delilidir. Dev gezegenleri ve tüm Güneş Sistemi'ni düzene sokan ve devamlı olmasını sağlayan dengenin tesadüfen ortaya çıkamayacağı akıl sahibi her insanın kolaylıkla anlayabileceği bir gerçektir. Bu düzenin ince ince hesaplandığı çok açıktır. Üstün bir güç sahibi olan Allah evrende yarattığı kusursuz detaylarla bize her şeyin kendi kontrolü altında olduğunu göstermektedir.

Dünya

Benzeri Olmayan Gezegen: Dünya
Bir insanın yaşaması için neler gereklidir, bir düşünün. Su, Güneş, oksijen, atmosfer, bitkiler, hayvanlar... Şu anda aklınıza gelen ve gelmeyen her türlü detay, her türlü şart Dünya üzerinde doğal olarak mevcuttur. Üstelik sizin aklınıza gelenler Dünya'da canlı yaşamının var olabilmesi için sağlanmış olan şartlardan çok yüzeysel birkaç detay olacaktır. Ancak biraz daha derinlemesine incelendiğinde, tüm hayati ihtiyaçların çok sayıda birbirine bağlı detayı olduğu görülecektir. İşte bu detayların da her biri Dünya'da eksiksiz bir biçimde mevcuttur. Dünya'daki her şey, canlılar, bitkiler, gökyüzü, denizler en güzel haliyle ve tam olarak insanın yaşamasına elverişli şekilde yaratılmıştır.
Dünya'nın yanı sıra Güneş Sistemi içinde başka gezegenler de vardır, ancak bütün bunların arasında canlı yaşamına uygun olan tek gezegen Dünya'dır. Dünya'nın Güneş'e olan uzaklığı, kendi etrafındaki dönüş hızı, ekseninin eğimi, yeryüzü şekillerinin varlığı gibi birbirinden bağımsız pek çok etken, gezegenimizin yaşama uygun bir biçimde ısınmasını ve ısının Dünya'ya dengeli bir biçimde yayılmasını sağlar. Dünya'nın atmosferinin yapısı, Dünya'nın büyüklüğü de tam olması gerektiği gibidir. Güneş'ten bize ulaşan ışık, içtiğimiz su, yediğimiz besinler bizim yaşamımız için olağanüstü derecede uygundur.
Kısacası Dünya hakkında yaptığımız her türlü inceleme bizlere Dünya'nın insan yaşamı için özel olarak tasarlanmış olduğunu gösterecektir. Güneş Sistemi'ndeki diğer gezegenler arasında Dünya'ya en yakın özelliklere sahip olan Mars bile Dünya ile asla kıyaslanamayacak kadar kuru ve ölü bir kaya yığınıdır. Dünya'daki yaşama uygun koşulların özel olarak tasarlanmış olduğunun görülmesi için diğer gezegenlerin genel yapısına şöyle bir bakmak yeterli olacaktır. Sık sık gündeme gelen gezegenlerden biri olan Mars'ı ele alalım. Mars'ın atmosferi yoğun karbondioksit içeren zehirli bir karışımdır. Gezegenin üzerinde hiç su yoktur. Yandaki küçük resimde de görüldüğü gibi Mars'ın yüzeyinde büyük göktaşlarının çarpmasıyla meydana gelen dev kraterler dikkat çeker. Gezegende çok kuvvetli rüzgarlar ve aylarca süren kum fırtınaları hüküm sürer. Isı -53 derece civarındadır. Mars bu özellikleriyle canlı yaşamının mümkün olmadığı, tam anlamıyla ölü bir gezegendir. Bu karşılaştırma dahi Dünya'yı yaşanabilir yapan özelliklerin ne kadar büyük bir nimet olduğunu anlamak için yeterlidir.

Tüm evreni, yıldızları, gezegenleri, dağları ve denizleri kusursuzca yaratan, insana ve tüm canlılara hayat veren, her şeyi yoktan var etmeye güç yetiren, yarattıklarını insanın emrine veren, sonsuz güç ve kudret sahibi olan Allah'tır. İçinde yaşadığı Dünya'daki ihtişamlı yapıyı gören her insana düşen hemen Allah'a yönelmek, tüm yaşamında Allah'ın rızasına uygun davranışlarda bulunmak; O'nun yarattıklarına, verdiği nimetlere şükretmek, bütün bu güzellikleri veren Allah'a yakın olmak, O'nu dost ve vekil edinmektir. Bütün bunların sahibi olan Allah hamde layık olandır.

Atmosferin Özel Tasarlanmış Yapısı
Nefes almak sizin için sadece havayı içinize çekmek ve sonra nefes vererek dışarı bırakmaktan ibaret olabilir, ancak gerçekte bu işlem için her yönden kusursuz bir düzen kurulmuştur. Öyle ki, insanın nefes almak için en ufak bir çaba göstermesine dahi gerek yoktur. Hatta bu konu çoğu kimsenin aklına bile gelmemiştir. Her insan doğduğu andan ölene kadar hiç durmadan nefes alır. Çünkü hem dış çevresindeki hem de kendi bedenindeki bütün şartlar Allah tarafından rahat nefes alabileceği şekilde yaratılmıştır.
Herşeyden önce insanın nefes alabilmesi için atmosferdeki gazların dengesinin çok iyi ayarlanmış olması şarttır. Bu dengede ufak gibi görünen değişikliklerin olması insanın ölümüne kadar varabilen tehlikeli sonuçlar doğurabilir. Zaten bu tarz aksaklıklar hiçbir zaman baş göstermez. Çünkü atmosfer yaşam için gerekli son derece özel şartlar bir araya getirilerek tasarlanmış olağanüstü bir karışımdır ve kusursuz işlemektedir.
Dünya atmosferi, % 77 azot, % 21 oksijen ve %1 oranında karbondioksit ve argon gibi diğer gazların karışımından oluşur. Öncelikle bu gazların en önemlisi ile, yani oksijenle başlayalım. Oksijen çok önemlidir, çünkü canlılar enerji elde etmek için oksijene ihtiyaç duyar. Oksijen elde etmek için de solunum yaparlar. Soluduğumuz havadaki oksijen oranı ise, son derece hassas dengelerle tespit edilmiştir.
Atmosferdeki oksijen oranının dengede kalması da, mükemmel bir "geri dönüşüm" sistemi sayesinde gerçekleşir. İnsanlar ve hayvanlar devamlı olarak oksijen tüketirler ve kendileri için zehirli olan karbondioksiti üretirler. Bitkiler ise bu işlemin tam tersini gerçekleştirir ve karbondioksiti oksijene çevirerek canlılığın devamını sağlarlar. Her gün bitkiler tarafından milyarlarca ton oksijen bu şekilde üretilerek atmosfere salınır.
Eğer bitkiler de insanlar ve hayvanlarla aynı reaksiyonu gerçekleştirselerdi, Dünya çok kısa sürede yaşanılmaz bir gezegene dönüşürdü. Örneğin, hem hayvanlar hem de bitkiler oksijen üretselerdi, atmosfer kısa sürede "yanıcı" bir özellik kazanır ve en ufak bir kıvılcım dev yangınlar çıkarırdı. Sonunda da Dünya büyük bir patlamayla yanarak kavrulurdu. Öte yandan, eğer hem bitkiler hem de hayvanlar karbondioksit üretselerdi, bu kez atmosferdeki oksijen hızla tükenir ve bir süre sonra canlılar nefes almalarına rağmen "boğularak" toplu halde ölmeye başlarlardı.
Bütün bunlar Dünya atmosferinin insan yaşamı için özel olarak Allah tarafından yaratıldığını göstermektedir. Evren başıboş bir mekan değildir. Her detayıyla planlanmış ve üstün güç sahibi olan Allah tarafından yaratılmıştır.
Dağların Yerkabuğunu Sağlamlaştırma Özellikleri Üzerinde yürüdüğünüz, güvenle evlerinizi kurduğunuz yerkabuğu aslında kendisinden daha yoğun olan ve manto adı verilen tabaka üzerinde adeta yüzer gibi hareket etmektedir. Eğer bu hareketi kontrol altında tutacak bir sistem olmasaydı, yeryüzünde sürekli sarsılmalar, depremler olurdu ve Dünya yaşanmayacak bir yer haline gelirdi. Ancak dağlar ve dağların yerin altında bulunan uzantıları yerin hareketlerini, dolayısıyla sarsıntıları oldukça azaltır.
Dağlar, yeryüzü kabuğunu oluşturan çok büyük tabakaların hareketleri ve çarpışmaları sonucunda meydana gelir. Hareket eden iki tabaka çarpıştığı zaman daha dayanıklı olanı ötekinin altına girer. Üstte kalan tabaka kıvrılarak yükselir ve dağları meydana getirir. Altta kalan tabaka ise yeraltında ilerleyerek aşağıya doğru derin bir uzantı meydana getirir. Yani dağların yeryüzünde gördüğümüz kütleleri kadar, yeraltına doğru ilerleyen derin uzantıları da vardır. Yani dağlar manto denen tabakaya derinlemesine saplanmaktadır.
Bu özellikleri sayesinde dağlar, yeryüzü tabakalarının birleşim noktalarında yer üstüne ve yeraltına doğru uzanarak bu tabakaları birbirine perçinler. Bu şekilde, yerkabuğunu sabitleyerek mağma tabakası üzerinde ya da kendi tabakaları arasında kaymasını engeller. Kısacası dağları, tahtaları bir arada tutan çivilere benzetebiliriz. Dağların bu perçinleme özelliği, son derece hareketli bir yapısı olan yerkabuğunu adeta sabitleyerek sarsıntıları büyük ölçüde engeller.
Son derece ihtişamlı bir görüntüye sahip olan dağların varlığı yeryüzündeki başka dengelerin sağlanması bakımından da son derece önemlidir. Özellikle ısının dengeli bir biçimde dağılımında dağlar önemli bir faktördür.
Dünya'nın ekvatoru ile kutupları arasında yaklaşık 100°C'lik bir ısı farkı vardır. Eğer böyle bir ısı farkı fazla engebesi olmayan bir yüzeyde gerçekleşmiş olsaydı, hızı saatte 1000 km'ye varan fırtınalar Dünya'yı allak bullak ederdi. Oysa yeryüzünde, ısı farkından dolayı ortaya çıkması muhtemel kuvvetli hava akımlarını bloke edecek engebeler vardır. Bu engebeler, yani sıradağlar, Çin'de Himalayalar'la başlar, Anadolu'da Toroslar'la devam eder ve Avrupa'da Alpler'e kadar sıradağlar halinde uzanarak batıda Atlas Okyanusu, doğuda Büyük Okyanus'la birleşir.
Yeryüzündeki bütün detaylarda olduğu gibi dağlarda da tecelli eden Allah'ın sonsuz sanatıdır. Yaşadığımız Dünya'yı bizim için kusursuz bir biçimde Allah yaratmıştır. İnsana düşen ise dünya üzerinde bu ihtişamlı yapıları görerek, Allah'a kulluk etmeyi hayatının en önemli gerçeği olarak kabul etmesi ve sadece bunun için çalışmasıdır. Çünkü insan sayısız nimete muhtaçtır ama Allah hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır.

Okyanusların Sağladığı Dengeler
Yağmurlar, denizler, nehirler, akarsular, okyanuslar, musluğu açtığınızda akan içilebilir su... İnsanlar suyun varlığına o kadar alışıktırlar ki, yeryüzünün büyük bölümünün sularla kaplı olmasının önemini belki de hiç düşünmezler. Ancak bilinen bütün gökcisimlerinin içinde yalnızca Dünya'da suyun bulunuyor olması, üstelik de bu suların içilebilir nitelikte olması son derece önemli bir konudur.
Güneş Sistemi'ndeki diğer 63 gök cisminden hiçbirinde yaşamın temel şartı olan su bulunmaz. Oysa Dünya yüzeyinin dörtte üçü suyla kaplıdır. Okyanuslar gibi büyük su kütlelerinin yanısıra, nehirler, küçük göller gibi büyüklükleri ve özellikleri de birbirinden farklı olan sular vardır. Bütün sular içilemez şekilde tuzlu ya da bütün sular tatlı değildir. Dünya üzerinde bütün canlıların ihtiyaçlarına göre düzenlenmiş kusursuz bir su dengesi vardır.
Yeryüzündeki milyonlarca çeşit canlı su sayesinde hayatlarını sürdürür, yaşam için gerekli olan dengeler de suyun varlığı sayesinde devamlılığını korur. Örneğin, büyük su kütlelerindeki buharlaşma sayesinde bulutlar ve yağmurlar oluşur. Suyun ısıyı çekme ve tutabilme kapasitesi yüksektir. Bu sayede okyanuslardaki ve denizlerdeki büyük su kütleleri, Dünya'nın ısısının dengelenmesini sağlar. Bu nedenle denize yakın bölgelerde gece ve gündüz arasındaki ısı farklılıkları çok azdır. Bu da bu bölgeleri daha yaşanabilir hale getirir.
Okyanusların varlığı son derece önemlidir çünkü okyanuslar güneş ışınlarını karadan daha az yansıtır, böylece karalardan daha fazla güneş enerjisi alır, ama bu ısıyı kendi içinde karalara göre daha dengeli biçimde dağıtırlar. Bu sayede okyanuslar daha sıcak olan ekvator bölgelerini serinleterek aşırı sıcak olmalarını, kutup bölgelerinin soğuk sularını da ısıtarak aşırı soğuk olmalarını ve bunun sonucunda da tamamen donmalarını engeller. Ayrıca okyanuslar karbondioksitin çözündüğü kimyasal depolar gibidir.
Suyun şeffaflığı sayesinde su yosunları okyanus yüzeyinin altında fotosentez yapabilirler. Su, donduğu zaman genişleyen çok az sayıdaki maddeden biridir, onun bu özelliği sayesindedir ki okyanuslar ve göller alttan yukarıya doğru donmaz.
Burada yalnızca birkaç tane örneği verilmiş olan suyun tüm fiziksel ve kimyasal özellikleri, bu sıvının insan yaşamı için özel olarak yaratılmış olduğunu göstermektedir. Başka hiçbir gezegende böyle bir su kütlesinin olmaması, bunun sadece Dünya üzerinde bulunması elbette ki bir tesadüf değildir. İnsan yaşamı için özel olarak yaratılmış olan Dünya, yine özel olarak yaratılmış olan suyla canlandırılmıştır. Kulları için sayısız nimeti yaratan, onların rahatlıkla yaşam sürmelerini sağlayan Allah, suyu da eşsiz bir sanat ve incelikle var etmiştir.

Su Ve Bitkiler Arasındaki Uyum
Çimenlerden yüksek ağaçlara ve çeşit çeşit çiçeklere kadar bütün bitkiler topraktan aldıkları suyu ve besinleri en uçtaki dallarına, en küçüğünden en büyüğüne kadar bütün yapraklarına ulaştırabilirler. Ancak taşıma işlemi sadece bitkilerdeki sistemler sayesinde gerçekleşmez. Bu taşımanın gerçekleşebilmesi için aynı zamanda suyun özelliklerinin de bitkilerin yapısı ile uyumlu olması gerekmektedir.
Suyun genel yapısını inceleyerek bu uyumu görelim.
Yeryüzündeki canlıların varlığını devam ettirebilmesi için mutlaka gerekli olan su, her özelliği ile özel olarak tasarlanıp yaratılmış olduğu açık olan bir maddedir. Suyun önemli özelliklerinden bir tanesi de yüksek yüzey gerilimine sahip olmasıdır. Yüzey gerilimi, sıvıyı oluşturan moleküllerin birbirlerini çekmeleriyle oluşur. Bu sayede bir su kabı, kendi yüksekliğinden biraz daha yüksek bir su kütlesini taşırmadan taşıyabilir. Ya da metal bir iğne suyun üzerine dikkatli bir biçimde yatay olarak konduğunda, batmadan yüzebilir.
Suyun yüzey gerilimi, bilinen diğer sıvıların hemen hepsinden daha yüksektir ve bunun yeryüzünde çok önemli bazı biyolojik etkileri vardır. Bitkilerdeki etki, bunların başında gelir.
Bitkiler, suyun yüzey gerilimi sayesinde herhangi bir pompaya, kas sistemine vs. sahip olmaksızın toprağın derinliklerindeki suyu metrelerce yukarı taşıyabilirler. Bilindiği gibi, apartmanlarda suyun üst katlara ulaştırılması için son derece komplike bir sistem olan hidrofor sistemi kullanılır. Ancak bitkilerde böyle bir sistem yoktur. Su, bitkinin en uç noktasına kadar yüzey gerilimi sayesinde ulaşır. Bitkilerin köklerindeki ve damarlarındaki kanallar, suyun yüzey geriliminden yararlanacak şekilde tasarlanmışlardır. Yukarı doğru gidildikçe daralan bu kanallar, suyun yukarı doğru "tırmanmasına" neden olur. Eğer suyun yüzey gerilimi diğer sıvıların çoğu gibi düşük düzeyde olsaydı, geniş karasal bitkilerin yaşaması imkansız hale gelirdi. Bu da yeryüzündeki bütün canlıları olumsuz etkilerdi. Ancak hem suyun hem de bitkilerin kusursuz yaratılışı sayesinde böyle problemler ortaya çıkmaz.
Suyun yüksek yüzey gerilimi ile bitkilerin bu özellikten yararlanan yapısı arasındaki uyum Allah'ın yaratışındaki kusursuzluğu göstermektedir. Bütün bunlar tabiatın ve canlıların tesadüfler sonucunda oluşmadığını, Allah tarafından kusursuzca yaratılmış olduğunu gösteren önemli delillerdendir.

İnsan

İnsan Bedenindeki Haberci: Hormonal Sistem
Siz bu yazıyı okurken, hiçbir şey hissetmeden ve hiçbir karışıklık olmadan vücudunuzda çok sayıda işlem gerçekleşir. Kalbinizin bir dakikada kaç kez atacağı, kemiklerinizde depolanan kalsiyum oranı, kanınızdaki şeker yoğunluğu, böbreklerinizin dakikada süzdüğü su miktarı ve bunlara benzer binlerce detay vücudunuzdaki hücrelerin uyumlu çalışması sayesinde gerçekleşir. Vücudunuzda 100 değil, 1000 ya da bir milyar değil, yaklaşık 100 trilyon hücre vardır. Peki bu kadar çok sayıda hücrenin uyumunu sağlayan nedir? İşte bu uyumu sağlayan vücudunuzdaki hormonal sistemdir.
Bezelye tanesi büyüklüğündeki hipofiz bezi, hormonların yöneticisi ve düzenleyicisidir. Beynin "hipotalamus" isimli bölgesinin kontrolü altında çalışır. Küçük bir et parçası görünümünde olan hipofiz bezi, hipotalamustan gelen bilgiler sayesinde sizin hangi şartlarda neye ihtiyacınız olduğunu, bu ihtiyacı gidermek için hangi organınızdaki hangi hücrelerin çalışması gerektiğini, bu hücrelerin kimyasal mekanizmalarını, fiziksel yapılarını, üretilmesi gereken ürünleri ve üretimin durdurulması gerektiği zamanı bilir. Ayrıca çok özel bir haberleşme sistemi sayesinde bu ihtiyaçların karşılanması için gerekli yerlere bütün emirleri verir.
Örneğin, insan vücudu ergenlik döneminin sonuna kadar gelişir. Trilyonlarca hücre bölünerek çoğalır, böylece doku ve organların büyümesi sağlanır. Belirli bir büyüklüğe ulaşıldığında dokularda büyüme faaliyeti durur. İşte ne kadar büyümeniz gerektiğini bilen ve bu büyüklüğe ulaştığınızda büyümenizi durduran hipofiz denilen bezdir. Hipofiz aynı zamanda vücudunuzdaki karbonhidrat ve yağ metabolizmasını düzenler. Gerektiği zaman hücrelerinizde yapılan protein üretimini artırır.
Siz sadece bir baş dönmesi ya da bir rahatsızlık hissedersiniz ve bunun üzerine bir süre dinlenirsiniz ve rahatsızlığınız geçer. Eğer bu rahatsızlığın nedeni kan basıncınızın düşmesi ise hipofiz bezi hemen devreye girer. Hipofizin salgıladığı moleküller, damarların etrafındaki kasların büzülmesini sağlar. Milyonlarca kasın büzülmesi ve damarların küçülmesi kan basıncını artırır; siz de kendinizi iyi hissedersiniz.
Hipofiz bezi hormonların toplu olarak salgılandığı bölgelerden sadece biridir. Bunun dışında böbreküstü bezi, pankreas, eşeysel bezler, tiroid bezleri gibi bölgelerde de hayatın devamı için son derece önemli hormonlar salgılanır. Bu bölgelerden herhangi birinin bozulması veya eksik çalışması durumunda hayatın sürdürülmesi imkansız hale gelir. İnsan vücudundaki diğer sistemler gibi hormonal sistem de kusursuz bir bütünlük içinde çalışır. Bu bütünlüğü sağlayan, insan vücudundaki bu kusursuz haberleşme sistemini yaratan hiç kuşkusuz ki yüce Allah'tır.
O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, 'şekil ve suret' verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir. (Haşr Suresi, 24)

Akciğerlerdeki Etkileyici Tasarım

Akciğerleriniz sizin hareketlerinize göre kendini ayarlayan muhteşem bir organdır. Koştuğunuzda akciğerleriniz çok daha fazla çalışır ve artan oksijen ihtiyacınızı karşılar, oturduğunuzda ise daha yavaş çalışır, ancak hiç durmaz. Yaşadığınız süre boyunca akciğerleriniz bir hava pompası gibi hiç durmadan vücut içine hava alıp, daha sonra bunu dışarı pompalar. Bunu yaparken de solunum sisteminin diğer elemanları ile birlikte bir uyum içinde hareket eder. Çünkü nefes alabilmek için akciğerin varlığı tek başına yeterli değildir. Akciğerin çalışmasını sağlayacak bir dış güce de ihtiyaç vardır. Bu güç göğüs kafesinin hemen altındaki diyafram ve kaburga kemiklerinin aralarında bulunan kaslar sayesinde kazanılır.
Nefes alıp verirken, kendinize şöyle bir bakın. Kaburga kemiklerinizin dışarı ve yukarı doğru hareket ettiğini göreceksiniz. Bu sırada akciğerin altında bulunan diyafram kası da aşağı doğru yassılaşır. Akciğer nefes borusundaki havayı aşağıya doğru çeker. Soluk verildiği zaman da kaburga kemikleri içeri doğru geri çekilir. Kaburganın altında bulunan diyafram kası yukarı doğru hareket eder. Akciğer sıkışınca küçük keseciklerdeki hava nefes borusundan dışarı çıkmaya zorlanır.
Koşmak, gülmek, yürümek, yatmak... Siz bunları hiç düşünmeden yaparsınız, ancak bütün bu değişik hareketler sırasında akciğerlerinizde vücudunuzun oksijen ihtiyacını belirleyen otomatik bir solunum denetim sistemi çalışmaktadır. Hareket halindeyken vücut hücrelerinin aktiviteleri artar, hücreler daha çok güç ve enerji harcar. Bu yüzden vücuttaki 100 trilyona yakın hücre normalden daha fazla oksijene ihtiyaç duyar. Oksijen ihtiyacının artmasının yanısıra hücrelerin ürettikleri fazla karbondioksitin de vücuttan hemen atılması gerekmektedir. Eğer artan oksijen talebi karşılanmazsa bu durumdan bütün vücut hücreleri zarar görür. Bu nedenle solunum hızlanır, yani akciğerler daha hızlı çalışır.
Son derece hayati olan bu durum yine mucizevi bir sistem sayesinde çözüme kavuşturulmuştur. Beyin sapı olarak adlandırılan bölgede kandaki karbondioksit oranını devamlı kontrol eden alıcılar vardır. Bu alıcıların bağlı olduğu merkezler, içinde bulunulan duruma göre akciğerlerin çalışmasını sağlayan kaslara gerekli emirleri gönderir. Beyin sapı haricinde akciğerlerin dış yüzeyinde bulunan basınca karşı hassas algılayıcılar da, akciğerin gereğinden fazla gerilmesi durumunda beyin sapına, solunum derinliğinin azaltılması için gerekli olan emirleri gönderirler. Bu işlemler her gün, her saniye, her an hiç durmadan tekrarlanır.
Birbirini tamamlayan birçok dengeden oluşan bu sistemin kendiliğinden kör rastlantılar sonucu oluştuğunu iddia etmek elbette ki mümkün değildir. İnsan vücudundaki solunum sistemi Allah'ın yaratma sanatının örneklerinden sadece biridir.
Gelişmiş Bir Klima, Kusursuz Bir Algılayıcı: Deri
Bir tüyü ellediğinizde yumuşaklığını, bir kayayı tuttuğunuzda sertliğini hissedebiliyorsunuz. Çünkü deriniz bütün bunları algılayıp beyninize gereken sinyalleri göndererek sizin cisimleri kafanızda şekillendirmenizi sağlayacak özelliklerdedir.
İnsan derisinin altında yer alan dokunmaya hassas sinirler, olabilecek en iyi biçimde duyarlılaştırılmış ve vücuda dağıtılmışlardır. En çok sinir ucu, parmak uçlarında bulunur. Bu da size hareket kolaylığı sağlar ve hiçbir rahatsızlık vermez. Buna karşın daha "önemsiz" bölgelerde, örneğin sırt bölgesinde oldukça az sayıda sinir ucu vardır. Bu çok önemli bir avantajdır. Bunun aksinin olduğunu düşünelim: Parmak uçlarının son derece duyarsız olduğunu, tüm sinir uçlarının sırtta toplandığını varsayalım. Bu, kuşkusuz oldukça zorluk verici olurdu; elimizi doğru düzgün kullanamazken, sırtımıza temas eden en ufak maddeyi bile -mesela elbisemizin kıvrımlarını- hissederdik.
İnsan derisi birçok tabakadan oluşan, içinde algılayıcı sinirler, dolaşım kanalları, havalandırma sistemleri, ısı ve nem ayarlayıcıları bulunan, gerektiğinde bir kalkan gibi Güneş ışınlarından vücudu koruyan karmaşık bir organdır. Bu özellikleri nedeniyle insan, derisinin bir bölümünün tahrip olması durumunda hayati tehlike içine girebilir.
Birbirinden tamamen farklı yapılardan meydana gelen derinin alt kısmında yağdan oluşan bir katman vardır. Bu yağ katmanı ısıya karşı yalıtım görevi görür. Bu tabakanın üstünde deriye esneklik özelliğini veren ve büyük kısmı proteinlerden oluşan başka bir bölüm vardır.
Derimizin 1 cm altını kaldırdığımızda karşılaşacağımız manzara, işte bu yağların ve proteinlerin oluşturduğu, çok çeşitli damarların da bulunduğu estetik olmayan, hatta ürkütücü bile sayılabilecek bir görüntü olacaktır. Deri, bütün bu yapıları kapatıcı özelliği sayesinde hem vücudumuza çok önemli bir estetik katkıda bulunurken, hem de tüm dış etkenlerden korunmamızı sağlar. Derimizi bizim için hayati yapan görevlerinden birkaç tanesini saymak ve bunların üzerinde düşünmek derimizin varlığının ne kadar önemli olduğunun anlaşılması için yeterli olacaktır.
İnsan derisi vücudun su dengesinin bozulmasını engeller, dayanıklı ve esnektir, kendi kendini yenileyebilir, vücudu zararlı ışınlardan korur, dış dünya ile olan bağlantıyı sağlar, soğuk ya da sıcak havalarda vücut sıcaklığını korur.
Her türlü ihtiyacı karşılayan gelişmiş bir klima ve hassas bir detektör gibi hareket eden insan derisi, hem görsel olarak sağladığı güzellikle hem de insanı koruyan özellikleriyle Allah tarafından yaratılmış bir nimettir. Tek bir özelliği için sayfalar dolusu kitaplar yazılan deri Allah'ın yaratışındaki ihtişamını bize bir kere daha göstermektedir.
Kemiklerdeki Kafes Sistemlerin Dayanıklılığı
Vücudun taşınması ve korunması gibi önemli bir görevi üstlenen kemikler, bu işi rahatlıkla yerine getirebilecek kapasite ve sağlamlıkta yaratılmışlardır. Örneğin; uyluk kemiği, dikey durumda bir ton ağırlığı kaldırabilecek kapasitededir. Nitekim atılan her adımda bu kemiğimize, vücut ağırlığımızın üç katı kadar bir yük binmektedir. Hatta sırıkla yüksek atlama yapan bir atlet yere inerken kalça kemiğinin her santimetrekaresi 1400 kiloluk bir basınca maruz kalır.
Kemiklerdeki tasarımın mükemmelliğinin tam olarak anlaşılması için şöyle bir benzetme yapalım. İnsanoğlunun kullandığı en sağlam ve kullanışlı malzemelerden biri çeliktir. Çünkü çelik hem sağlam, hem de esnek bir maddedir. Ancak kemikler katı çelikten daha sağlamdır ve 10 kat daha esnektir. Kemikler çelikten ağırlık bakımından da üstün bir yapıya sahiptirler. Bir çelik karkas insan iskeletine kıyasla 3 kat daha ağırdır.
Kemiklerdeki kusursuz tasarımı günümüz yapılarıyla karşılaştırmak da mümkündür. Yirminci yüzyılın ikinci yarısına kadar büyük ve yüksek yapılar yapmak insanoğlu için masraflı, uzun zaman gerektiren ve zor bir işti. Fakat teknolojinin ilerlemesi ile birlikte yapı tasarımında birçok teknik geliştirildi. Bu tekniklerin en önemlilerinden biri "kafes sistemler" olarak bilinen sistemdir. Bu yönteme göre yapının taşıyıcı elemanları, yekpare bir yapıda değildir; bunun yerine birbiri içine geçmiş, kafes şeklinde çubuklardan oluşur. Bilgisayarlarda yapılan karmaşık hesaplar sayesinde, bu teknik kullanılarak büyük köprüler ve endüstriyel yapılar çok daha dayanıklı ve çok daha ucuza inşa edilmektedir.
Kemiklerin iç yapısı da insanların binalarda ve köprülerde kullandığı kafes yapı sistemine göre inşa edilmiştir. Bir kemik kesilip incelendiği zaman iç yapısında oldukça ilginç bir sistem görülür. Binlerce küçük çubuk iç içe geçerek karmaşık bir yapı oluşturur. İşte bu yapı, kemiklerin içinde inşa edilmiş olan kafes sistemdir. Bu sayede kemikler hem son derece sağlam, hem de insanın rahatlıkla kullanabileceği hafifliktedirler.
Eğer aksi olsaydı, yani kemiklerin içi, dışı gibi sert ve tamamen dolu olsaydı, hem kemiklerin ağırlığı insanın taşıyabileceğinin çok üzerinde olurdu, hem de kemiğin yapısı sert olup en küçük bir darbede çatlama ve kırılma yapardı.
İnsanoğlunun günümüz teknolojisini kullanarak taklit etmeye çalıştığı kemiklerdeki yapı Allah'ın benzersiz yaratma sanatının örneklerinden sadece bir tanesidir. Allah'ın eksiksiz ve benzersiz yaratmasındaki ihtişamı her insanın kendi bedeninde görmesi ve üzerinde düşünerek şükretmesi gerekir.

Bitkiler



Birbirlerine Uyumlu Yaratılan Canlılar
Bazı bitkilerin çiçeklerindeki nektar çiçeğin derinliklerinde bulunur. Bu da böceklerin ve kuşların nektar toplamalarını, dolayısıyla çiçeğin döllenmesini zorlaştıracak bir dezavantaj gibi görünür. Oysa Allah, nektarı derinlerde bulunan çiçeklerin özelliklerine tıpatıp uygun yapılara sahip canlılar yaratarak bu bitkilerin de döllenmesini sağlamıştır. Avize ağacı ve yuka güvesi arasındaki uyumlu beraberlik bunun örneklerindendir.
Avize ağacı bitkisinin üzerinde, büyük yapraklardan oluşan bir rozet şekli, bunun da merkezinde krem renkli çiçekleri taşıyan bir sap bulunur. Avize ağacının özelliği polenlerinin eğimli bir bölgede bulunmasıdır. Bu yüzden bitkinin erkek üreme organlarında bulunan çiçek tozunu, ancak eğimli bir ağız yapısına sahip olan bir güve türü toplayabilir.
Avize ağacı güvesi topladığı çiçek tozlarını birbirine bastırıp top şekline sokar ve bunu başka bir avize ağacı çiçeğine götürür. Önce çiçeğin dibine iner ve kendi yumurtalarını bırakır. Sonra tepeciğe çıkar ve çiçek tozu topunu buraya vurarak polenlerin dökülmesini sağlar. Çünkü bir süre sonra yumurtalardan güve tırtılları çıkacak ve bu polenlerlerle beslenecektir. Ancak bu arada güve önceki bitkiden topladığı çiçek tozu topunu yeni bitkinin tepeceğine vurarak bitkinin de döllenmesini sağlamış olur. Eğer güveler olmasa avize ağaçları kendi kendilerini dölleyemezler.
Görüldüğü gibi, güvenin beslenmesi ve ağacın döllenmesi birbirine son derece uyumlu bir şekilde gerçekleşmektedir. Bu uyumu yaratan ağacın kendisi ya da güve değildir. Bir bitkinin ya da bir böceğin başka bir canlının ihtiyaçlarından haberdar olması, buna göre bir taktik belirleyerek kendi ihtiyacına bir çare bulması mümkün değildir. Çünkü bu canlılar akledemez, yöntemler bulup bunları diğer bir canlıya öğretemez. Canlılar arasında pek çok örneğini gördüğümüz bu kusursuz uyumu yaratan Allah'tır. Her iki canlı da kendilerini çok iyi tanıyan, bilen, Alemlerin Rabbi olan, herşeyden haberdar olan Allah'ın eseridir. Ve Allah'ın büyüklüğünü, yüce kudretini, kusursuz sanatını insanlara tanıtıp anlatmakla görevlidirler.

Coryanthes Orkidelerinin Taktikleri
Bir çiçeğin bir böceğin tercihlerinden haberdar olması mümkün müdür? Peki bu böceği tuzağa düşürmek için bir plan kurması ve buna uygun olarak kendisinde değişiklikler yapması mümkün müdür? Elbette ki bir çiçeğin ya da böceğin kendi aklı ve iradesiyle bu tarz taktikler uygulaması mümkün değildir. Ancak doğadaki canlılara baktığımızda bu tarz pek çok taktik uyguladıklarını görürüz.
Coryanthes orkideleri ilginç bir taktikle böcekleri tuzağa düşürerek üreyen bitkilerdendir. Orkidenin üreme sistemi böcekleri kendine çekerek polenleri taşıtmak üzerine kuruludur. Bu orkide türünün çiçekleri demetler halindedir. Her çiçeğin önünde iki tane kanat benzeri çanak yaprağı, bu yaprakların hemen arkasında da küçük bir bitkisel çanak bulunur. Çiçeklerin açılmaları sırasında özel bir salgı bu çanağın dibine doğru akmaya başlar. Bir süre sonra metalik yeşil renk alan çiçek, bu salgı sayesinde arıların dayanamadığı güzel bir koku üretmeye başlar.
Orkidenin çiçek açmasıyla birlikte erkek arılar bu kokuyu alarak çiçeğin etrafında uçmaya başlarlar. Arılar orkidenin dikey kenarlarına konmaya çalışırken bir yandan da çiçeğin çanak kısmını gövdeye bağlayan tüp gibi olan kısımda ayaklarıyla tutunabilecekleri bir yer ararlar. İşte bu bölge kaygan ve eğimli bir yapıya sahiptir. Bu yüzden çiçeğin yakınında dolaşan arılar kaçınılmaz olarak çiçeğin dibindeki salgı dolu çanağın içine düşerler.
Çiçeğin içine düşen arı için tek bir çıkış yolu vardı: Çiçeğin ön duvarına, yani gün ışığına açılan dar bir tünel. Böceğin düştüğü sıvının yüzeyiyle aynı seviyede olan bu tek çıkış yolunu bulana dek böcek sıvının içinde yüzer. Çıkış yolunu bulmaya çalışırken polenlerin bulunduğu stigmanın (tepecik) ve erkeklik organının altından geçer. Bu sırada çiçeğin iki polen kesesi böceğin arka kısmına yapışır. Bu arada böcek dışarı çıkış yolunda ilerler ve sonunda çiçekten dışarı çıkar. Arı yeni bir çiçeğe gittiğinde çiçeğin tepeciği polenleri erkeğin sırtından alır ve bu şekilde döllenme başlar.
Ancak bu olay yalnızca çiçek için bir avantaj sağlamaz. İçine düştüğü çiçek çanağında yer alan salgı, arılar için de son derece önemlidir. Çünkü erkek arılar vücutlarına bulaşan bu salgının kokusunu, çiftleşme zamanında dişi arıyı çekmek için kullanacaklardır.
Başta da belirttiğimiz gibi, bir çiçeğin bir böceği kandıracak taktikler geliştirmesi, fiziksel yapısını bu taktiğe uygun şekilde ayarlaması asla mümkün değildir. Aynı şekilde bir böceğin ihtiyacı olan bir maddeyi bir çiçekten karşılamak için taktik geliştirmesi de kendi iradesiyle gerçekleşemez. İki canlı arasındaki bu şaşırtıcı uyum, her ikisinin de tek bir Yaratıcı tarafından yaratıldıklarının bir delilidir.

Yapraklardaki Kusursuz Tasarım: Gözenekler
Dıştan bakıldığında kimi zaman sadece yeşil bir cisim olarak düşünülen yaprakların her milimetre karesinde kusursuz bir tasarım vardır. Bitkiler için son derece önemli yapılardan biri olan gözenekler de bu tasarımın önemli parçalarındandır. Yaprakların üzerinde bulunan bu mikroskobik delikler (gözenekler) ısı ve su transferi sağlamak ve fotosentez için gerekli olan karbondioksiti atmosferden temin etmekle görevlidir. Gözenekler aynı zamanda gerektiğinde açılıp kapanabilecek bir yapıya sahiptirler.
Gözeneklerin ilgi çekici yönlerinden biri ise, yaprakların çoğunlukla alt kısımlarında yer almalarıdır. Bu sayede, güneş ışığının yaprak üzerindeki olumsuz etkisinin en aza indirilmesi sağlanır. Bitkideki suyu dışarı atan gözenekler, eğer yaprakların üst kısımlarında yoğun olarak bulunsalardı, çok uzun süre güneş ışığına maruz kalmış olacaklardı. Bu durumda da bitkinin sıcaktan ölmemesi için gözenekler bünyelerindeki suyu sürekli olarak dışarı atacaklardı, böyle olunca da bitki aşırı su kaybından kuruyarak ölecekti. Herşeyi kusursuz ve eksiksiz yaratan Allah, bitkilerde de özel tasarıma sahip gözenekler var etmiş, su kaybından zarar görmelerini böylece engellemiştir.
Yaprakların üst deri dokusu üzerinde çifter çifter yerleşmiş bulunan gözeneklerin biçimleri fasulyeye benzer. Karşılıklı iç bükey yapıları, yaprakla atmosfer arasındaki gaz alışverişini sağlayan gözeneklerin açıklığını ayarlar. Gözenek ağzı denilen bu açıklık, dış ortamın koşullarına (ışık, nem, sıcaklık, karbondioksit oranı) ve bitkinin özellikle su ile ilgili iç durumuna bağlı olarak değişir. Gözenek ağızlarının açıklığı ya da küçük oluşu ile bitkinin su ve gaz alışverişi düzenlenir.
Dış ortamın tüm etkileri göz önüne alınarak düzenlenmiş olan gözeneklerin yapısında çok ince detaylar vardır. Bilindiği gibi, dış ortam koşulları sürekli değişir. Nem ve gaz oranı, sıcaklık derecesi, havadaki kirlilik... Yapraklardaki gözenekler tüm bu değişken şartlara uyum gösterebilecek yapıdadır.
Bitkilerdeki bu sistem de diğerleri gibi ancak bütün parçaları eksiksiz olduğunda fonksiyonlarını yerine getirebilmektedir. Dolayısıyla, bitkilerdeki gözeneklerin de tesadüfler sonucu evrimleşerek ortaya çıkmış olmaları kesinlikle ihtimal dışıdır. Son derece özel bir yapısı olan gözenekler de görevlerini en hassas biçimde yerine getirecek şekilde özel olarak tasarlanmışlar, yani Allah tarafından yaratılmışlardır.
Yedi gök, yer ve bunların içindekiler O'nu tesbih eder; O'nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur, ancak siz onların tesbihlerini kavramıyorsunuz. Şüphesiz O, halim olandır, bağışlayandır.
(İsra Suresi, 44)
Bitki ve ağaç (O'na) secde etmektedirler. (Rahman Suresi, 6)
Okyanusun Derinliklerindeki Fiber Optik Tasarım
Rossella Racovitzae adlı su süngeri bitkisi, insanoğlunun en yeni teknolojilerde kullandığı fiber optikten yapılmış uzantılara sahiptir. Fiber optik, ışığı iletmede çok etkili bir malzemedir. Lazer ışınlarının fiber optik kablosundan geçirilmesiyle elde edilen iletişim imkanları, normal malzemeden yapılmış kablodakilere göre olağanüstü bir artış gösterir. Öyle ki, saç teli kalınlığında 100 tane fiber optik kablonun yanyana getirilmesiyle oluşan kablo kesitinden 40.000 ayrı ses kanalı geçirilebilmektedir. Antartika kıyılarının derinliklerinde yaşayan bu sünger türü, fotosentez yapabilmek için ihtiyacı olan ışığı, fiber optikten yapılmış olan diken şekilli uzantıları sayesinde kolayca toplamakta ve çevresi için de bir ışık kaynağı olmaktadır. Bu sayede hem kendisi hem de bu süngerin ışık toplama yeteneğinden faydalanan başka canlılar hayatta kalabilmektedir. Aynı ortamda yaşayan tek hücreli yosunlar da bu süngere yapışmakta ve yaşamaları için gereken ışığı elde etmektedirler.
Antartika kıyılarının 100 ila 200 metre derinliklerinde, kalın buz kütlelerinin altında neredeyse zifiri karanlık denebilecek bir ortamda yaşayan bir canlı için güneş ışığını yakalamak, canlının hayatını sürdürebilmesi açısından son derece büyük bir önem taşır. Canlının bu sorunu çözebilmesi, ışığı en etkili şekilde toplayan fiber optik ile donatılmış olması sayesinde mümkündür. Bilindiği gibi fiber optik teknolojisi son yüzyılın en ileri teknolojilerinden biridir. Japon mühendisler bu teknolojiyi güneş ışığını gökdelenlerin ışık almayan bölümlerine aktarmada kullanırlar. Gökdelenlerin çatısına yerleştirilen dev mercekler güneş ışığını fiber optik ileticilerin ucuna odaklar. Fiber iletkenler vasıtasıyla da güneş ışığı binanın en karanlık noktalarına kadar ulaştırılır.
Yüksek teknolojiye sahip endüstrilerde imal edilen fiber optik maddesinin böyle bir ortamda bu canlı tarafından 600 milyon yıldan beri kullanılması bilim adamlarını da hayrete düşürmektedir. Bütün bunlar bize, doğanın ve içindeki canlıların insanlar için çok sayıda örnek barındırdığını göstermektedir. Herşeyi en ince ayrıntısına kadar tasarlamış olan Allah, tüm bu tasarımları insanların öğüt alıp düşünmeleri için yaratmıştır. Ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:
Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde temiz akıl sahipleri için gerçekten ayetler vardır. Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) "Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru. (Al-i İmran Suresi, 190-191)
Kendisini Sürekli Temiz Tutan Lotus Bitkisi
Lotus bitkisi (beyaz nilüfer), çamurlu ve kirli ortamlarda yetişir.Buna rağmen bitkinin yaprakları sürekli temizdir. Çünkü bitki, üzerine en ufak bir toz zerresi geldiğinde hemen yapraklarını sallar ve toz taneciklerini belli noktalara doğru iter. Yaprağın üzerine düşen yağmur damlaları da bu noktalara doğru yönlendirilir ve buradaki tozları süpürmesi sağlanır.
Lotus bitkisinin bu özelliği, yeni bir bina yüzeyinin tasarımı için araştırmacılara ufuk açmıştır. Bunun üzerine araştırmacılar Lotusun yaprağı gibi, yağmur sularını kullanarak üzerindeki kiri temizleyen bina yüzeyleri üzerinde çalışmaya başlamışlardır. Bu çalışmalar sonunda ISPO isimli bir Alman şirketi, Lotusan adı verilen cephe kaplama malzemesini üretmiştir. Asya ve Avrupa'da bulunan satış noktalarında piyasaya sunulan bu ürün için 'deterjana gerek kalmadan 5 yıl boyunca kendini temiz tutacağı garantisi' bile verilmiştir.
Doğadaki pek çok canlı, kendi yüzeylerini koruyan çeşitli özelliklere sahiptir. Şüphesiz ne Lotus bitkisinin yüzey yapısı ne de böceklerdeki kitin tabakası kendi kendine oluşmuştur. Hatta bu canlılar sahip oldukları üstün niteliklerden tamamen habersizdirler. Onları tüm özellikleriyle birlikte yaratan, Allah'tır. Bir Kuran ayetinde Allah'ın yaratma sanatı şöyle bildirilir:
O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, 'şekil ve suret' verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir. (Haşr Suresi, 24)
Deniz Altındaki 100 Milyon Yıllık Üstün Teknoloji
Denizaltılarda bulunan dalış tankları suyla dolunca gemi sudan daha ağır hale gelir ve dibe dalar. Eğer tanktaki su, basınçlı hava ile boşaltılırsa denizaltı tekrar su yüzüne çıkar. Nautilus da hareket ederken aynı yöntemi kullanır. Nautilusun vücudunda 19 cm. çapında, salyangoz kabuğu biçiminde spiral bir organ vardır. Bu organda birbiriyle bağlantılı 28 tane "dalış hücresi" bulunur. Ancak bu, suyun boşaltılması için yeterli değildir; takviye olarak basınçlı havaya da ihtiyaç vardır. Peki ama Nautilus suyu boşaltmak için gerekli basınçlı havayı nereden bulur?
Nautilusun vücudunda biyokimyasal yolla özel bir gaz üretilir ve bu gaz, kan dolaşımı ile hücrelere aktarılarak hücrelerden suyun çıkması sağlanır. Bu sayede Nautilus avlanırken ya da düşmanlarından kaçmak istediğinde daha derine inebilir veya yüzeye çıkabilir.
Bir denizaltı sadece 400 m. dibe dalabilirken Nautilus için 450 m. derinliğe dalmak son derece kolaydır.
Bu, pek çok canlı için oldukça tehlikeli bir derinliktir. Ancak buna rağmen Nautilus bu durumdan hiç etkilenmez, kabuğu basınçtan parçalanmaz ya da vücudunda herhangi bir zararlı etki görülmez.
Burada dikkat edilmesi gereken çok önemli bir nokta daha vardır. Nautilus, yaratıldığı ilk günden beri bu sisteme sahiptir. Peki, 450 metre derinlikteki basınca dayanıklı bu özel kabuk yapısını Nautilusun kendisi tasarlamış olabilir mi? Ya da vücudundaki suyu boşaltmak için basınçlı hava elde edebileceği gazı kendisi bulmuş olabilir mi? Şüphesiz Nautilusun ne kendi kendine gaz üretecek bir kimyasal tepkimeyi bilmesi, ne de bu tepkimeyi gerçekleştirecek yapıyı kendi vücudunda kurması ya da suyun basıncından dolayı üzerinde oluşan tonlarca yüke dayanacak bir kabuk tasarımı yapması kesinlikle mümkün değildir.
Bu üstün tasarım, herşeyi örneksiz ve kusursuz yaratan Allah'ın eseridir. Kuran'da Allah'ın Bedi (örnek edinmeksizin yaratan) sıfatı şöyle haber verilir:
"Gökleri ve yeri bir örnek edinmeksizin yaratandır..." (Enam Suresi, 101)